Ahde vefa duygusu, vicdan gibidir. 

Onun eksikliğinden dolayı bir yanımızın, sızladığını hissederiz. 

Nasıl ki tamamen silip atamadığımız duygularımız, hislerimiz vardır. 

Vefa duygusu da derinde, ama hep bizimle yaşayan, fakat çoğu zaman karşımızdakilerden beklediğimiz, bencilliğimiz sebebiyle en yakınımızdan bile esirgediğimiz, üzerini zaman perdesiyle örttüğümüz en insani yanımızdır.

Bazı kelimeler vardır ki, yüklendikleri anlam ağırlığını, yoğunluğunu, sözlükler dahi yeterince taşıyamaz. 

O kelimeler insanın iç dünyasındaki derin vadilerde yankılandıkça farklı anlamlara, farklı şekil ve renklere bürünürler. 

Dilimizde geniş anlamlar ihtiva eden birçok kelime vardır. 

Bu kelimelerden biri de; ''VEFA'' kelimesidir. 

Her ne kadar sözlüklerde; ''sözünde durma, sevgisinde sebatlı olma, dostluk bağlılığı'' olarak, tanımlansa da, bu anlamlar terazinin diğer kefesinde duran ''VEFA'' kelimesini kıpırdatmaya dahi yetmezler.

ŞairYahya Kemal'in şiirlerini tercüme eden bir Batılı, ''VEFA'' kelimesinin kendi dillerinde karşılığını bulamaz. 

Yerine hangi kelimeyi yazması gerektiğini sorunca, Yahya Kemal'in, ''Vefa kelimesini olduğu gibi yaz.'' cevabını verdiği söylenir.

Vefa, her şeyden önce insana has bir özellik; 

''insanda bulunması gereken üstün bir haslettir.'' İnsanlığı sadece görünüşten ibaret olanlar için ise, diğer güzel özellikler gibi vefanın da dünyalarında bir karşılığı aranmaz. 

Vefa, yücelten ahlaki bir değer olduğu için her insanda, her ruhta bulunmayabilir. 

Bazı milletlerin hayatlarında, dolayısıyla dillerinde de bir karşılığı olmadığı gibi… 

Hiç tereddütsüz söylenebilir ki insan; 

''VEFALI'' olabildiği ölçüde insan olmuş olur.

İlk sözleşme alem-i ervahta Yaratan'a karşı, 

ten giymemiş her canın verdiği ilk sözdür. 

Ahde vefa, Allah'a karşı, ezelde verilen söze sadakatle bağlı kalarak; 

''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' sualine karşılık, ''Evet, sen bizim Rabbimizsin!'' diye cevap verdiğimizi unutmamak ve verilen sözden dönmemek demektir. 

Bundan dolayıdır ki vefa, ruhun dürüstlük içinde kalmasını, gönlün de sadakatin vermiş olduğu yeğnilikle huzur içinde olmasını temin eder.

 

Vefasız olan dünya:

Kimseye yar olmayışından dolayı dünyaya; ''VEFASIZ'' sıfatı yakıştırılmıştır. 

Onun için bağlanmaya ve sonsuz emeller beslemeye değmez.

Dünya her gelene bütün cazibesiyle kendine çağırır, fakat kimseye de el vermez. 

Çünkü insan sınanmak üzere ve bir imtihana tabi olmak için dünyaya gönderilmiştir. 

Dünya, geçip gitmişlere olduğu gibi, şimdi yaşayan ve bundan sonra gelecek olanlara da, bitmeyen istekler yönünden vefalı davranmayacaktır.

 

ÜZÜLME...

Üzülme, Gecenin de, kışın da sahibi; HAK'tır!

Ey Yüreğimdeki Hüzün;

Hüzüne; Bismillah..

Acıya; Elhamdülillah..

Gözyaşına; SübhanALLAH..

Dilime; La ilahe illALLAH.

İki şey mühimdir;

Birincisi, okyanus kadar bol

"HAYSİYET"

İkincisi, ELİF gibi dimdik bir

"ŞAHSİYET"

Üzülme;

Çünkü bu dar-ı imtihanda hiç kimsenin asude bir hayat yaşadığı vaki olmamıştır. 

Bu değişmez ezeli bir kanundur, kıyamete kadar da böyle gidecektir. 

Peygamber Efendimiz (s.a.v); 

''Dünya dar-ül meşakkattır.'' buyurarak, 

dünyada rahat, huzur ve gerçek saadetin olmadığını vurgulamışlardır.

İbrahim Bin Ethem buyurdular ki; 

"Öbür dünyada terazide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir."

Sabır o kadar güzel bir haslettir ki, bir çok fazilet onun ile kemal bulur. 

"Allah sabredenler ile beraberdir," ayeti sabrın ne kadar mühim olduğunu nazara vermektedir. 

Peygamber Efendimiz de; 

"Sabır bütün huzur ve rahatın anahtarıdır.", "Sabreden zafere ulaşır.", 

"Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır", 

"Acele şeytandan, teenni ve sabır Allah tandır." "Halim, sıkıntı ve belaya karşı tahammüllü ve sabırlı olan insan, peygamberlik mertebesine yaklaşır." gibi birçok hadis-i şeriflerinde sabrın ehemmiyetini vurgulamaktadır.

''Savaş, hoşunuza gitmediği halde, size farz kılındı. 

Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. 

Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, 

siz onu seversiniz. 

Allah bilir, siz bilmezsiniz.''(Bakara;216)