Anadolu'dan bir genç, İstanbula askerlik vazifesini yapmak üzere gelir. 

Askerlik görev yeri; ''İstanbul Davut Paşa Kışlasıdır.'' 

Bu genç, zamanla İstanbullu bir kızla tanışır. Birbirlerini severler. 

Bu sevgi, aramızda mezara kadar devam edeck diye de birbirlerine söz verirler.

Askerlik görevi biterken, asker genç, babasına mektup yazar ve İstanbullu bir kızla evleneceğini söyleyince baba telaşlanır. 

''Görgülü, tahsilli bir İstanbul kızını evinin hangi odasına yerleştirebilir, geline özel yemekleri nereden bulup yedirebilir...''

Delikanlının köy halkı da merakla İstanbullu gelinin köye bir an önce gelmesini beklerler ki, İstanbul kültürünü, İstanbul lehçesini, merak ederler.

Netice İstanbullu gelin köye ulaşır, tüm köy halkı İstanbullu gelinin seyrine çıkar, konuşmasını dinlerler.

İstanbullu gelin, kayın Pederin düşündüklerini yokeder. 

Aza razı, konuşurken az konuşur, manalı konuşur, edep ve terbiyesinden fire vermez, herkes onu sevmeye başlar. 

Hatta o günlerde erkeğin hanımının elinden tutmasının günah sayıldığı bir dönem ki, İstanbullu gelin, kocasının koluna girdiğini görenler şaşırır..

Kısacası; eskiden İstanbul hanımları kültürüyle, görgüsüyle şanıyla anılırdı..

Kadından örnek verilince de; İstanbul hanımları gibi derlerdi. Yani; Osmanlı hanımefendisi olarak tanınırdı.  

*** 

Birde bugünkü topluma bakalım: 

Bir hafta önce düğününe gittiğiniz insanları ayrılmış görüyoruz...

Yeni neslimizin aklı ve fikri sadece flört. 

Bunun nedeni ise, genç neslimize geçmişimizden gelen ve imanın bir parçası olan haya ve edeb'in öğretilmemesi.

Hz. Ali  (ra) ne diyor;

''Ey iman edenler kendilerinizi ve ailenizi çocuklarınızı cehennem ateşinden koruyun.''  

Hz. Ali Efendimiz bu ayet-i kerimeyi; ''Çocuklarınızı edeplendiriniz ve talim ediniz dinlerini öğretiniz''  diye tefsir etmişlerdir.

Pygamber (sav) ne buyuruyor;

''Çocuklarınıza ikram ediniz iyilik yapınız edeplerini de güzel yapınız.'', buyurmuşlardır.       

''İlim meclislerinde aradım, kıldım talep 

İlim geride kaldı ille edep ille edep 

(Y. Emre)

Edep, aslında hiç düşünmediğimiz kadar önemli bir kavram. 

O kadar ki, tabiinden olan Abdurrahman bin kasım; ''İmam Malik Hazretlerinin tam 20 sene hizmetinde bulundum. 

Bu müddetin 18 senesini edeb, 2 senesini de ilim öğrenmekle geçirdim. 

Keşke hepsini edeb öğrenmekle geçirseydim'' demiştir. 

Osmanlı da edep nasılmış acaba? 

Hanımlar eşlerine; ''efendi yada siz'' derler, 

yolda yürürken dikkat ederler, ses çıkarmazlar, ''lambayı söndür'' denmez, ''lambayı dinlendir'' derlermiş. 

Maksadı da ALLAH kimsenin ışığını söndürmesindir. Edeb; ''ehl-i ilimden hali olmaz Edebsiz ilim okuyan, alim olmaz'' (La edri)

Edep; haya'yla eş anlamlıdır ve nedense haya denince günümüzde bayanlar akla gelmektedir. Kesinlikle edep ve haya bayanlara yakıştığı kadar kimse de iyi durmamaktadır. 

Hz. Osman değil midir haya sahibi önder… 

Erkekler belki de kaçmaktadır bu sorumluluktan, 

belki de sıyrılmaktır yükten. 

Yüz kızarması bile edeptendir. 

Hele de yaptığı yanlıştan değil kendisine gelen övgülerden de yüz kızarması edeptendir.

''Edeb bir tac imiş Nur-ü Hüda'dan 

Değişebilir Kesme Giy o tacı emin ol her beladan…''

Şeytanın bile; Hz. Osman'ın edebinden utanıyorum, dediği ''edeb'i'' yaşayabilseydik...