İstanbul'da Peygamber efendimizin iki torunu. Hazreti Hüseyin'in Fatıma ve Sekine ismindeki iki kızı. Kocamustafapaşa'da Sümbül Efendi Camii bahçesinde medfun.
Osmanlı devrinde Muharrem'in onuncu günü tekke mensupları'nın katılımıyla burada gerçekleşen törenler günümüzde de devam ettirilmeye çalışılıyor.
Aşere, Arapçada on demek. Muharrem ayının onuncu gününü ve bugün de pişirilen tatlıyı anlatıyor. Aşare gününde tarih boyunca pek çok önemli olayın meydana geldiği bilinir. Muharrem ayında meydana gelen olaylardan bizim zamanımıza en yakın ve en acıklı olanı ise, "nur-ı ayn-ı Habib-i Hüdâ Hazreti Hüseyin (ra)" efendimizin yakınları ile birlikte Kerbelâ'da şehid edilişleri. Şairin:
''Düşdü Hüseyn atından sahra-yi Kerbelâ'ya,
Cibril var haber vir Sultanü'l Enbiya'ya "
diye anlattığı Kerbelâ hadisesi, hem fitnenin adım adım hükmünü icra etmesi, hem de Peygamber ailesinden birçok ismin şehadetiyle sonuçlanması bakımından üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir olay. Hazreti Peygamber (s.a.v) " Hasan ve Hüseyin'i seven beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuş olur." buyurduğu bu cennet gençlerinin efendilerine ait, hemen yanı başımızda iki kıymetli hatıra var. Hazreti Hüseyin'in iki kızı, bazı kaynaklara göre torunları, Kocamustafapaşa'da Sümbül Efendi Camii'nin avlusunda yatmaktadır. Eski lisana vâkıf olanların tabiriyle " Kerîmeteyn-i Muhteremeyn ". Osmanlı zamanında çeşitli tarikat mensuplarının katılımıyla her yıl muharrem ayının onunda burada merasimler tertip edilirmiştir. " Şehîdân-i deşt-i Kerbelâ'nın ruhlarını şâd etmek için Kur'an'lar, mevlitler, kasideler, ilahiler okunuyor.
Hazreti Hüseyin'in isimleri Fatma ve Sekine olarak belirtilen iki kızının kabirleri, Sümbül Efendi'nin keşfiyle tespit edilmiş. Sümbül Efendi, kendisinin de vefatından sonra ayak uçlarına; fakat daha alçak bir seviyede defnedilmesini vasiyet etmiş. Kaynaklar, Hazreti Hüseyin'in bu isimde kızlarının olduğunu doğruluyor. Hatta eski seyyahlar 12. asırda Suriçi'nde Hazreti Ali'nin oğlu Hazreti Hüseyin'in soyundan birisinin mezarının olduğunu da anlatıyor.
Peki bu muhterem hanımefendiler İstanbul'a nasıl geldiler..?
Birinci rivayet, Emevi zulmünden kaçtıkları ve İstanbul üzerine sefer kılan sahabe ordusuyla beraber geldikleri yönünde.
İmparator bu kızları oğullarına almak istemiş, cevap için kırk gün mühlet vermiş. Onlar da bu müddet içerisinde canlarını alması için Allah'a dua etmişler. Bu müddet sonunda da dünyaya veda etmişler.
Bir diğer rivayete göre ise: Kerbelâ'da esir edilip Bizanslılara satılmışlar. Buradaki manastıra konulmuşlar. İmparatorun kızı da kendilerine iman etmiş.
Üçüncü rivayet ise; türbenin gerçek kabir değil makam olduğunu aktarıyor.
Sümbül Efendi Camii'nin avlusunda bulunan açık türbe, bugünkü haliyle İkinci Mahmud tarafından yaptırılmıştır. Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi'nin muhteşem hattıyla ve altın yaldızla bir manzume yazılı: "Bu meşhed kim ziyâretgâh-ı erbâb-ı muhabbettir,
Gubâr-ı anberîn-i kühl-i erbâb-ı basîrettir", diye başlıyor.
Çifte Sultanlar'ın ayak izlerinin çıktığı taş, parmaklıklara monte edilmiş. Çifte Sultanlar'ı vefatlarından sonra yıkayan Dâye Hatun ile imparatorun kızı Katerina da türbenin yanı başında yatıyor. Dâye Hatun, Ayvansaray'da med'fun bulunan ashabdan Câbir bin Abdullah Hazretleri'nin hanımı. Ahşap kulübe içinde korumaya alınan meşhur zincirli servinin Hazreti Câbir tarafından dikildiği belirtiliyor. Ve İbni Kesîr'den naklen bir rivâyet daha: Hazreti Hüseyin de sahabe ordusuyla İstanbul'a gelmişti...
Bütün araştırmalarımdan etkilenerek, Yüce Türk Milleti, Allah'ın kitabına ve O'nun gönderdiği Peygamberine ve ehlibeytine öyle bir inanç ve sevgi ile bağlanmış ki, yeryüzünde acımasız İslam düşmanları karşısında yıkılmaz imanlarıyla bir çelik zırhlı duvar gibi dayanmışlar ve sarsılmışlar ama asla yıkılmamışlar. Bu gün ayaktaysak işte o inanç ve büyük saygı sayesinde olduğuna inanıyorum. Şam alimlerinden Osmanlı Tabur İmamı Binbaşı rütbesi ile emekli Muhammed Bedrettin Abidin bircuma hutbesinde şöyle demişti: "Dünyada en iyi en yüce dost Türklerdir. Eğer Türkler olmasaydı bizler bugün bu camilerde namaz kılamıyacaktık". (Kaynak: İmanla gelen İlim)