Muaviye zamanında Abdullah bin Kilabe adında bir şahsın devesi kaybolmuştu. 

Abdullah devesini ararken, olağanüstü bir bahçe gördü. 

Duvarları cevherlerden örülmüştü. 

Gözlerine ve gördüklerine inanamıyordu. 

O cevherlerden bir miktar aldı ve Muaviye'ye getirdi. Başından geçenleri de bir bir anlattı... 

Cevherleri yaktılar!..

Muaviye, Abdullah'ın getirdiği cevherleri inceledi. Binlerce yılın tozunu toprağını üzerinde taşıyan cevherler işe yaramaz olmuşlardı. 

Ateşe koydular. Yandıkça misk ve amber kokusu geldi. 

Bu kokudan anladılar ki, cevherler İrem Bağına aittir. İrem Bağı, Hud Aleyhisselam zamanında Ad Kavminin reisi olan ve Hud aleyhisselama inanmayan Şeddad bin Ad'ın, ''Ya Hud! Senin ilahın o dünyada yaptığı Cennetle öğünürse, 

ben de bu dünyada bir cennet yapayım ki, 

onun Cennetinden daha şahane olsun!'' diyerek, dünya servetini dökerek yaptırdığı bir bahçedir. 

Muaviye derhal Abdullah'ın yanına bir ekip verdi ve tekrar İrem Bağına gönderdi. 

Ne kadar cevher varsa alıp getirilmesini emretti. Fakat Abdullah ve arkadaşları ne kadar aradılarsa da, İrem Bağını bir daha bulamadılar. 

Bu sırada Hadramut şehrinin kadısı olan Gufl bin Azle, Muaviye'ye; ''Ben babamdan şöyle işittim ki, Hadramut şehrinin gün batısı tarafında bir mağara vardır. 

O mağaranın kapısı denize açılır. 

Şeddad'ın kabri o mağaranın içindedir'' dedi. 

Bu defa bahsedilen mağaraya bir grup gönderildi. Bunlar, mumlar yakarak bu mağaraya girdi. 

Burada taştan kesilmiş geniş ve yüksek bir ev vardı. Evin içine girdiler. 

Taştan bir taht üstünde bir adamın yattığını gördüler. 

Üstüne de altın yaldızlı bezden dikilmiş bir kaftan örtülmüştü. 

Anladılar ki, burası Şeddad'ın kabriydi. 

Yanında bir altın levha gördüler. 

Levhada şunlar yazıyordu: 

''Benden ibret alasınız!''

''Ey ömür uzunluğuna mağrur olanlar! 

Ve ey şevketine ve kuvvetine inananlar! 

Ve ey mülk çokluğuna ve asker gücüne dayananlar! Bilesiniz ki ben Ad oğlu Şeddad'ım! 

Kuvvetime ve malıma dayanırdım. 

Dünya mülkü benimdir sanırdım. 

Cihan padişahları benden korkularından emrime boyun eğerlerdi! 

Hud aleyhisselam geldi. 

Bizi azgınlık içinde buldu. 

Bizi dinine davet etti. 

Fakat biz kuvvetimize güvendik de, onun sözüne itibar etmedik. 

Ona asi olduk. 

Sonunda gökten bir hışım indi. 

Ordumu da, beni de helak etti. 

Halimi göresiniz. 

Benden ibret alasınız!''

***

İrem Bağı, İran'ın Şiraz şehrinde yer alıyor. 

Şiraz, masalsı atmosferini biraz da bu bahçelerine borçlu. 

Bu bahçelerin en ünlülerinden biri olan İrem Bağı, Kaçar Hanedanlarından Muhammed Ghori'nin mimar Üstat Muhammed Hassan'a yaptırdığı saray ve onu çevreleyen envaı çeşit bitkilerle çevrelenmiş bir bahçeden oluşuyor.

Şiraz kent geleneğinde doğaya düşkünlüğün ne kadar köklü olduğunun bir kanıtı olan bahçenin geçmişi, Selçukluların kente hakim olduğu yıllara kadar uzanıyor. 

Bahçede yer alan, 19. yüzyılda yapılmış binanın ön cephesindeki çinilere oldukça etkileyici. 

Hafız ve Sadi gibi şairlerin şiirleri de ön cepheyi süslüyor. 

Klasik İran tarzında düzenlenmiş, 

havuzların ve dere yollarının bulunduğu İrem bağları, birçok bitki ve çiçeğin dışında, sadece Şiraz'da yetişen bir tür servi ağacı olan servi naz da bulunuyor. Bu servi ağaçlarının bazılarının yaşı 300 yıldan fazla.

Havuzlar, rengarenk çiçekler, çayhaneler, kameriyeler, hamamlar ve servi naz ağaçlarıyla 

İrem Bağları, geleneksel İran bahçe mimarisinin göz alıcı bir örneği. 

Ünlü Bağ-ı Halil ve Bağ-ı İrem bahçelerinin idaresi Şiraz Üniversitesi tarafından yürütülüyor.

Lavanta çiçekleriyle dolu kameriyelerinde, gezinti yollarında, kuytu köşelerinde ve çayhane de ürkek sevgililere rastlamak mümkün. 

Avrupa tarzı botanik bahçeleri ile yarışacak kadar güzel olan İrem Bağı, Şiraz'da görülmeye değer bir yer.