Mekke'nin fethinden sonraki Huneyn günleriydi. Bir sahâbe müfrezesi cıvarda geziyor, düşmanın âni baskınlarına mâni olmaya çalışıyordu. İşte bu sırada müfreze çölde bir atlı ile karşılaştı. Atlı, hemen selâm verdi; "onlar da selâmını aldılar." Bu demekti ki; selâm veren Müslüman, alanlar da selâmına mukabele etmekle, aramızda bir düşmanlık yok, "Sen bizden eminsin, korkma" demekti. Ama buna rağmen müfrezede bulunan Muhallim bin Cessâme okunu çekmiş ve adamı atından düşürerek oracıkta öldürmüştü.

İşte bundan sonra, öldürülen Âmir bin Azbat'ın yakınları toplanıp, savaş meydanında bir ağacın altında istirahat etmekte olan Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz'e geldiler. Kısas talebinde bulundular. "Yâ Resûlellah, bu Muhallim bin Cessâme nasıl bizim kadınlarımızın ciğerini yakıp gözlerinden yaşlar akıttıysa, biz de onu öldürmek suretiyle onun çoluk-çocuğunun gözlerinden yaşlar akıtacağız." Bu bizim hakkımızdır. Muhallimi bize teslim eyle, diye ısrâr etmeye başladılar. Ancak Muhallim'in lehinde şâhitlikte bulunanlar da vardı. Mesele pek de net değildi. Selâm verenin aslında Müslüman olmayan bir düşman savaşçısı olabileceği de ileri sürülüyordu. "Korkudan selâm verdi" deniliyordu. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz, "Size diyetini vereyim, kısastan vaz geçin" diyerek ölenin yakınlarını râzı etmeye çalışmış, bunda da muvaffak olarak 100 deveye sulhu temin etmişti.

Ama Muhallim için mesele bu kadar kolay bitmeyecekti. Çünkü Muhallim, selâm veren bir adamı öldürmüştü.

Bu öyle geçiştirilebilecek bir hâdise değildi. Görünüşte de olsa Müslüman'dı öldürdüğü insan. Nitekim Muhallim'e telkinde bulundular: "Git, Resûlüllah (S.A.V.)'tan özür dile; senin için Allah'tan af talep etsin, kurtul", dediler. O da Resûlüllah (S.A.V.)'ın huzuruna gelip yaptığından özür dileyerek, Allah'tan af dilemesini istedi. Ancak böyle bir iki cümlelik özürle koskoca bir adamı öldürmenin cezasından kurtulunabilir miydi?

Şayet böyle kolay olacaksa, adam öldürmenin çok basit bir vak'a olduğu anlaşılmayacak mı idi? Öyle ya, istediğin insanı öldür, sonra Resûlüllah'ın huzuruna çık, bir özür dile, mesele bitsin! demek olmaz mıydı? Nitekim Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz, af isteyen Muhallim'e karşi hiç görülmedik tarzda bir tavir ortaya koyarak şöyle buyurdu:

"Selâm veren adamı nasıl olur da öldürürsün? Sana bu salâhiyeti kim verdi!"

Muhallim, "Özür dilerim yâ Resûlellah, benim için Allah'tan af dile" diyerek sözlerini üç defa tekrar ettiyse de, Efendimiz (S.A.V.) her defasında:

"Selâm vereni öldüreni Allah affetmesin," çık git buradan! diyerek Muhallim'i hem huzurundan kovdu; hem de affını istemek yerine, aftan mahrum kalmasını diledi.

Böylece huzurdan uzaklaşan Muhallim bir haftadan fazla yaşamamış, üzüntüsünden ölmüş, yakınları da onu bir mezarlığa defnetmişlerdi. Ne var ki haksız yere adam öldüren Muhallim'i mezar da kabul etmemiş, sabahleyin bakanlar, onu toprağın dışarıya attığını görmüş, gelip Resûlüllah (S.A.V.)'a durumu haber vermişlerdi. Sevgili Peygamberimiz: "Siz onu gömün"buyurdu.

Öyle yaptılar. Gel gör ki, toprak bir türlü kabul etmiyor, gece yine dışarıya attığı görülüyordu. Gelip çaresizliklerini anlatan yakınlarına, Fahr-i Kâinat Efendimiz'in son cevabı şöyle oldu:

"Siz yine onu mezarına gömün; toprak ondan daha kötülerini kabul etmiştir, onu da kabul edecektir. Ancak Allah celle celâlühû size ders vermek istiyor, mâsum bir adamı öldürmenin Allah indindeki kötülüğünü göstermek için size bir ibret örneği veriyor. 'Sakın haksız yere bir cana kıymayın, selâm vereni öldürmeyin' demiş oluyor."

İşte İslâm hukuku ve işte Siyer-i Nebî'deki onun tatbiki... Böylesine şeni' bir fiili irtikâb edenin işte âkibeti!.. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz'in vâkıa karşısındaki net ve kat'î tavrı ve fâilini toprağın bile kabul etmeyişi... Böylesine ibret ve dehşet dolu bir tatbikat ve hâdise ortada iken, hangi câhil ve gâfil kimse çıkıp da, "İslâm teröre izin veriyor, diyebiliyor...?