Mumsema Şakik-i Belhi buyurdular ki;

"Akıllı, zeki, derviş, zengin ve cimrinin kimlere denildiğini yedi yüz tane alimden sordum. 

Hepsi de birbirine yakın cevaplar verip şöyle dediler; ''Dünyayı sevmeyen kimse, akıllıdır. 

Dünyanın aldatıcı ve yalan olan zevklerine aldanmayan kimse, zekidir. 

Allah'ın takdir ettiğine razı olan, kanaat eden, zengindir. 

Dünyaya ait arzusu bulunmayan, 

Allah'ın rızasını isteyen kimse, dervişdir. 

Allah'ın verdiği nimetlerden, mahlukuna faydalı olanları vermekten kaçınan, cimridir."

''Allah'ın azabından korkmanın alameti, 

haramları terk etmektir. 

Allah'ın rahmetinden ümidli olmanın alameti de çok ibadet etmektir.''

''Şeytanı en çok kızdıran iki şey, 

onun vesvesesine aldırmamak ve Allah'ın zatı hakkında düşünmemektir''. 

Allah'ın yarattıkları hakkındaki tefekkür makbuldür.

''Sıkıntının mükafatını bilen, ondan kurtulmağa heves etmez.''

Şakik-i Belhi hazretlerinin tevbe etmesine, söyleyene değil, söyletene bak sözü gereği, bir putperest sebep olmuştur. 

Ticaret için Türkistan'a gittiğinde merak sebebiyle puthaneye girer ve bir puta, isteklerini yana yakıla anlatan putpereste hitaben;

''Seni ve her şeyi yoktan var eden, âlim ve kudretli bir yaratanın var. 

Sana hiç bir fayda ve zararı olmayan puta tapacağına Allah'a ibadet et der.'' 

Bunun üzerine Putperest;

''Eğer söylediğin doğru ise, O, sana senin memleketinde rızık vermeye kadirdir. 

Madem öyledir, niçin ta buralara kadar geldin deyiverir.'' 

Şakik-i Belhi, bu söz üzerine derin düşüncelere dalar ve Belh şehrinin yolunu tutar. 

Yolda bir mecusi ile yolculuk yapar. 

Mecusi, Şakik-i Belhinin tüccar olduğunu öğrenince;

Eğer kısmetin olmayan bir rızık peşindeysen, kıyamete kadar gitsen onu ele geçiremezsin. 

Şayet kısmetin olan bir rızık peşindeysen onun arkasında koşmana lüzum yoktur. 

Çünkü sana ayrılan rızkın seni bulur der. 

Bu söze Şakik-i Belhi hayran kalır. 

Dünyaya karşı meyli azalır ve ahiret için çalışacağına söz verir. 

Bu düşünce ile Belh şehrine gelir. 

Belh'de ise, müthiş bir kıtlık vardır. 

İnsanlar yiyecek bir şey bulamazlar. 

Bu yüzden kimsenin yüzü gülmemektedir. 

İnsanlar bu halde iken, Şakik-i Belhi, 

çarşıda neşeli bir köle görür ve ona;

''Ey köle, herkes üzüntü içindeyken, senin neşene sebep nedir'' diye sorar. 

Köle; Niçin üzüleyim. 

Benim efendim zengin bir kimsedir. 

Beni aç, çıplak bırakmaz ki! der. 

Şakik-i Belhi, bu söz karşında; 

''Aman ya Rabbi! Az bir dünyalığı olan şu zenginin kölesi böyle neşeli. 

Halbuki, sen bütün canlıların rızıklarına kefil oldun. 

Biz niçin gam ve keder içinde olalım'' diyerek yüzünü ahirete çevirir ve İbrahimin sohbetlerine başlar, Ondan feyz alarak olgunlaşır.

***

Dünya Servetiyle Övünmek:

Harun Reşit ile Şakik-i Belhi sohbet ediyordu. 

Bir ara Hazret:

Ey Halife! Farz et ki, büyük bir çölde kaybolmuşsun. Susuzluktan ölmek üzeresin. 

O anda birisi gelip elindeki su dolu kırbayı sana satmak istese kaç para verirsin? diye sordu.

Halife gülerek;

''Ne kadar isterse veririm,'' dedi.

Peki, o suya karşılık servetinin yarısını istese verir misin?

Veririm.

Hazreti Şakik, "Doğru söyledin" dedi ve devam etti;

''Ey Halife! Diyelim ki servetinin yarısı ile o suyu alıp içtin ve bir müddet daha yaşama imkanı buldun. Fakat az sonra içtiğin suyu çıkarman gerekir. 

Ama buna muvaffak olamasan, bütün uğraşmalarına rağmen idrarını yapamasan ve adeta ölecek hale gelsen, o anda yine birisi karşına çıkıp; 

"Seni tedavi edebilirim, ancak servetinin öbür yarısını isterim" dese, ne dersin?

Halife hiç düşünmeden:

Elbette razı olurum, dedi.

Bunun üzerine Şakik-i Belhİ;

''Öyleyse Ey Emirü'l Mü'minin! Önce içtiğin, sonra da idrar yolu ile dışarı attığın bir yudum su kıymetinde bile olmayan servetine sakın güvenme! Hiç kimseye karşı mal, mülk ve servetinle övünme,'' buyurdu.